19 Mart 2013 Salı


KİŞİLER DEĞİL, SAĞLAM GÖRÜŞLÜ ÇOĞULCU ÖRGÜT

Kişilerin değil, görüşlerin güçlü olduğu örgütlü bir parti olmak zorundayız. Kişi güçlü olursa vesayet ve paralelinde biatcılık da gelişmiş olacaktır. Bu tablo da skolastik ve statükocu bir dar anlayışı meydana getirecektir. Bu anlayışı sürdüren bir parti büyümez, aksine erir.

Yalova CHP örgütü bu konuda bir milat yaşadı diyebilirim. Yıllardır çoğumuzun özlemini yaşadığı parti içi demokrasi nihayet ucunu gösterdi. Deniz Baykal’la yaşanan “….izim”cilik yol ve yöntem değildi, kaybetti. Bu anlayış hem partiye kan kaybettirdi, hem de ülkeye zarar verdi. Bu anlayış tamamen ortadan kalkmış da değildir ne yazık ki. Bu anlayışın etkisinde kalıp, kendini örgütün çok üstünde görerek siyaset yapanlar, artık bu yöntemle bir yere varılamayacağını anlamalılar. Az olsun benin olsun anlayışıyla değil, çok olsun hepimizin olsun demokratik anlayışla hareket edilmelidir. Aksi halde gün gelecek, o az olsun anlayışında olanlar silinip yok olacaklardır. Sürekli aynı vitrinle sergilenmek bıkkınlık  noktasında ilgi çekmeyecektir.

Bugün aldığım bir haber beni partimin geleceği adına çok sevindirdi ve umutlandırdı. Haksız ve sudan bahanelerle Yalova İl Başkanı adayı olan Orhan Koçal’ı disipline vermişlerdi. İl Disiplin Kurulu hangi gerekçelerle (etki, baskı var mı, yok mu tam bilemem) kınama cezası verdi, aklım ermedi. Nihayet Yüksek Disiplin Kurulu ki, onlarda aklı ermemiş olacak, bu cezayı onaylamadılar ve verilen cezayı kaldırdılar. Bu olumlu bir gelişme. İl Örgütü açısından ibretle ders alınacak bir olay. Talimatlarla hareket etmenin partiye ve örgüte bir şey kazandıramayacağını anlamalılar. Bu tür davranışların partiye zarar verdiğini ve vereceğini bilmeliler. Dilerim bu konuda ve bundan sonraki benzer konularda demokratik görüş ve anlayışlardan sapmadan, partilileri ötekileştirip, ayrıştırmadan hareket ederler.

Tekrar tekrar vurguluyorum, Cumhuriyet Halk Partisi vesayet ve biatla büyüyecek, çoğalacak bir parti değildir. Yerelde ve genelde iktidar olmamız için yelpazeyi geniş tutup, tüm toplum katmanlarıyla kucaklaşmamız gerekiyor. Buna kafası basmayan varsa lütfen köşesine çekilsin. Gücümüzü demokratik yollarla göstermeliyiz. Her durumda sandık yöntemini kullanıp, halka bu güçle gitmeliyiz. O zaman göreceksiniz, yüzde yirmi, yirmi beşlik bir oranla değil, yüzde kırk, kırk beşlik bir oranla çoğalıp, büyüyeceğiz.

Atatürkçü Düşünce Derneği Yalova Şubesi yeni yeri

Geçtiğimiz yılın son ayında ADD Yalova Şubesinde kongre olmuştu. O kongrede yıllardan sonra ilk kez üyeler tarafından büyük ilgi gösterildi. Kongrede yaptığım kısa konuşmada bir cümle sarf etmiştim. Çok emin olarak ADD Yalova Şubesi bu yeni kadro ile “layikini buldu” demiştim Yanılmadığımı şimdi daha net olarak görüyorum.

Yeni yönetimdeki arkadaşların hepsi çok özverili, azimli, yenilikçi ve mahir arkadaşlardırlar. Hep birden kolları sıvayıp büyük işlere girişmişler. Maddi ve manevi olarak büyük özveriler gösterip, derneği yeni bir yere taşıyıp, sil baştan dizayn etmişler. Tüm eşyalar ve dekorasyon yenilenmiş, çok şık olarak döşenmiş. Nezih bir mekân haline getirilmiş. Emeği geçen tüm arkadaşların ellerine sağlık.

Dernek her gün açık olup, sekreter ve yönetimden arkadaşlar bulunmaktadırlar. Kitaplık, gazeteler, televizyon mevcut olup, ayrıca sohbetlere uygun yerler düzenlenmiştir. Çay v.s. ikramları da mevcuttur. Her şeyden önemlisi, dostça ve güler yüzle samimi karşılanma vardır. Gerçekten Atatürk’ün adına yakışır bir mekân ve ortam hazırlanmıştır. Ben şimdiden oranın müdavimi oldum bile. Oraya bir kez uğrayan artık her gün uğramaktan kendini alıkoyamaz.

Aklıma gelmişken, henüz bu mekânı bilmeyenler için adres vereyim. Çünkü yeni taşınıldı. Çoğu üyelerimiz bilmiyor olabilirler. Bu nezih dernek mekânının kapısı sadece üye olanlara değil, tüm halkımıza açıktır. Her kes aynı sevgi ve saygıyla karşılanıyor. Bu istisnalığı her kesin yaşamasını ve en az bir kez denemesini öneriyorum. Adresi yazayım derken özelliklerine daldım gittim. ADRES: Cumhuriyet Caddesi Torun Han Kat 3 (Asansörlü) NO: 13/5 Binanın girişinde küçük bir pasaj mevcut olup, küçük bir PTT şubesi vardır. Karizma binasının 25-30 metre yukarısındadır.

Yönetimdeki arkadaşların hepsi pırıl pırıl, azimli arkadaşlardırlar. Atatürk ışığını ve sıcaklığını yaymaya kararlıdırlar. Onları yalnız bırakmamak ve destek olmak adına her kese çağrıda bulunuyorum. Umutluyum. Güzel şeyler olacak. Başarılar diliyorum.


ADD YALOVA ŞUBESİ

ADD Yalova Şubesi yeni yönetimiyle adeta şahlandı.  Her gün olmasa da, fırsat yaratıp sık sık uğramaya çalışıyorum. Her uğradığımda da derneği tıklım tıklım görüyorum. Eski üyelerin yanı sıra, yeni üyeleri de gördükçe insan gururlanıyor ve umutlanıyor.

Bu ilgi ve güzel tablo Atatürk’ün düşüncelerine ve eserlerine acilen ihtiyaç duyulmasından kaynaklanmaktadır. Rayından çıkarılan, Atatürk’ün devrimlerinden ve ışığından uzaklaştırılmanın yanı sıra, yönetimdeki arkadaşların özverili, dürüst ve sevecen tavırlarından da kaynaklanıyor.

Bu başarıyı haz etmeyip, kıskanan bazı çevreler ve kişiler olabilirler. Varsın olsunlar. Onlar varsın kendi kronik ve klasik çukurlarında hasisçe debelenedursunlar. Bu kervan yoluna hızla devam edecek, onlar da öyle bakakalacaklar. O gibilere diyorum ki, çığ altında kalmadan, yabana düşmeden, piyon olmadan dürüstçe bu kervana katılın, dedikodu yapmayın ve itibar etmeyin. Birlikten kuvvet doğuralım, elele verip çoğalalım. Bu türküyü, bu şarkıyı solo  olarak değil, koro olarak hep beraber söyleyelim kardeşçe. Demokrasi ve özgürlük güneşine hep birlikte koşalım, o rüzgarı estirelim.

Başarı az olup bir kişinin olacağına, çok olup, hepimizin olsun. Her ne kadar “meyve veren ağaç taşlanır” denilse de, ben taşlama yerine ağaca su vermeyi yeğlerim.

15-16 MART GÜNLERİ

15- 16 Mart günleri Yalova ADD Yalova Şubesi, daha doğrusu Yalova önemli bir şahsiyeti ağırladı. ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan Yalova’ya geldiler ve dolu dolu iki gün Yalova’daki aydın insanlarla görüştü, ilerici ve Atatürkçü insanlarla tanıştı ve Yalova Üniversitesi Atatürkçü Fikir Kulübü gençliğine konferans verdi.

İlgi ve katılım hayli büyüktü. Son otuz yılın buhranlı ve Atatürk ilkelerinden saptırılmış yönetim biçimlerinin ülkeyi nerelere sürüklediğinin farkına varan duyarlı insanlarımız kurtuluş yolunun yine Atatürk ışığının olduğunu anlamalarındandır.

Aynı günün akşamı, yani 15 Mart günü ADD Yalova Şubesinin düzenlemiş olduğu dayanışma yemeği de hayli yoğun, coşkulu ve ilgi çekiciydi. ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan’ın yemekte yaptığı konuşma çok ilgi çekiciydi.  Atatürkçüyüm, yurtseverim, bu ülkenin vatandaşıyım diyebilen herkesin dinlemesi gerektiğine inanıyorum.

İkinci günü, yani 16 Mart Cumartesi günü saat 12.00 de ADD Yalova şubesinin yeni taşındığı mekanın açılışı vardı. Yine ilgi hayli büyüktü. Her ne hikmetse bu iki gün süresince CHP Yalova İl ve İlçe örgütünden hiç kimseler yoktu. Sanırım çoğu da aynı zamanda bu derneğin üyeleridirler. Nasıl oluyor da bu iki gün süresince esamileri okunmuyor. Hadi diyelim Milletvekilimiz Sayın Muharrem İnce Ankara’daydı  yoğun işleri nedeniyle gelemedi. Bir telgraf çekebilir, çiçek gönderebilirdi. Ne de olsa bir dönem bu güzide derneğin şube başkanlığını yapmış. Öte yanda  diğer Yalova Milletvekilimiz Sayın Temel Çoşkun fırsat bulup çiçek ve kutlama telgraf gönderebilmiş.

Bu tablo karşısında aklıma ister istemez aykırı sorular takılmıyor değil. Şimdiki ADD Yalova Şubesi Başkanı Sayın Orhan Koçal İl Başkanlığına aday olduğundan mı, yoksa başarısız gördüklerinden mi bu ilgisizlik gösteriliyor. Bu yönetim başarısız demeye bu aşamada kimsenin bir hakkının olduğunu sanmıyorum. Zira üç ay gibi kısa bir süre içinde o kadar çok şey başarmışlar ki, takdirlere değer. Yönetimdeki arkadaşların yaptıkları bu özverili çalışma performansları tüm Türkiye’de örmek çalışma olmuş. Genel Başkan kendisi bunu vurguladı. Geriye ne kalıyor, kıskaçlık mı, husumet mi? Yoksa gerçekten birilerinin talimatıyla mı hareket ediyorlar. Anlamakta güçlük çekiyorum. Her zamandan çok birlik ve beraberlik ihtiyacı duyduğumuz bu dönemde, bu tür basit ayak oyunları oynanıyorsa, arpa boyu yol almamız ve başarı göstermemiz mümkün değildir. Vesayet ve biat kültürü CHP’ nin işi değildir. Bu yöntem zarardan başka bir şey getiremez.

Bugün CHP İl ve İlçe örgütünde hayli ilgi çekici bir örgüt toplantısı yaşanacak. Yoğun bir Milletvekili katılımı olacakmış, on beş- yirmi arası. Dilerim katılım yoğun olur ve üyelerin görüşlerine de yer verilir. Yaklaşmakta olan yerel seçimde partimizin başarılı olması için, bazı duyarlı arkadaşlar, aday belirleme yönteminin tüm üyelerin katılımıyla ön seçim talebinde bulunarak, imza kampanyası düzenlediler. Sanırım kısa sürede yedi yüze yakın bir imza toplanmış. Bu demokratik talebin ciddiye alınacağını umuyorum. Zira Aday adayı olabilecek tüm arkadaşlarımız yetkin ve saygındırlar. Sandıktan kim çıkarsa kuşkusuz her partilinin adayı olurlar. Bunun aksini düşünemiyorum. Kişilerden değil, örgütünden icazet alan adaylar başarılı olur ancak.

9 Ocak 2013 Çarşamba


Yeni yıla girerken

 Yaşadığımız yılı değerlendirecek olursak, toplumun büyük çoğunluğu pek umduğunu bulamadığı kanısındayım. Sıkıntılı ve sorunlu bir yıl yaşadık. Bireysel beklentiler ve temenniler gerçekleşmese de, siyasi açıdan yaşanan her sancıdan sonra şafak vaktinin daha da yaklaştığı gün gibi ortada.

Siyasi açıdan, cumhuriyetten bu yana devletimiz son on yılın en bunalımlı ve en sorunlu yıllarını yaşadı diyebilirim. Rejim açısından, ekonomi açısından ülke çok kaoslar yaşadı. Yapılan tahribatların, yok olan maddi değerlerin, zedelenen kültürel değerlerin farkına çoğunluk ancak akıl erdirebilme noktasına gelmiştir. Her uykunun bir uyanış dönemi vardır. Bir toplum sürekli uyutulamayacağına göre, onun da uyanışı olacaktır. İşte ben bu uyanışı toplumumuzda 2012 yılının son çeyreğinde gördüm. Bu nedenle yeni yıla büyük umutlarla gireceğimize inancım tamdır. Bu bir direniştir, bir uyanıştır, bir birini tetikleme sürecidir. Bu gücün önünde hiçbir entrika ve kuvvet duramaz. Yapılan baskılar, yaşatılan yoksulluklar, eziyetler ve zulüm bitme noktasına gelmiştir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Bunu fark etmeyen iktidar kendi sonunu çabuklaştırıyor. “Aç ayı oynamaz” diye bir deyim vardır halk arasında. Laf ebeliğiyle, hamasi nutuklarla, uyutma taktikleriyle ülkenin yönetilemeyeceği algısı yayılmaktadır.

 Yeni yılda sorunların ve sıkıntıların daha da artacağına, toplumun daha da gerileceğine, iktidarın baskılarını daha da arttıracağına inanıyorum. Toplumumuz sıkıntıları ve sorunları görüp, yaşamadıkça kurtuluş yollarını ne yazık ki önceden algılayamıyor. Yaşayıp gördü ve sağlıklı kararını demokrasiden, tam bağımsızlıktan yana verecek. Bundan başka bir seçeneğinin olmayacağını yeni yılda görecek. Bu nedenle yeni yıl bir takım sosyal olaylara gebe olduğunu tahmin ediyorum. Dilerim bu süreç sorunsuz ve sıkıntısız geçer, iktidar partisi gelişmeleri görür ve toplumda sıkıntı yaratmaz. Böylelikle bu süreç bu kadar tahribatla kapanmış olur.

Temennim, ülkemizde yaşanan haksızlıkların, hukuksuzlukların, baskıların, eziyetlerin yaşanmaması ve gerçek demokrasiye geçişin yılı olacağı, özgürlüklerin sağlanacağı yıl olmalı. Bu güzel temennimle her kesin yeni yılını kutlar ve esenlikler dilerim.

18 Aralık 2012 Salı



Yerel Seçimlere doğru CHP

Yirmi küsur yıldır CHP ne Yalova’da, ne de Türkiye’de yerel seçimlerde elle tutulur bir başarı gösteremedi. Bu olumsuz tablonun tek bir nedenini gösteremeyiz elbet. Genel Merkezde belirlenen politikaların, genel başkanın tutum ve davranış biçimi yerele de yansımakta idi.

Bundan önceki genel başkanın hizipçi ve dar yelpazedeki siyasi anlayışı cazibe yaratamamıştı. İktidar olma hevesi zaten yoktu. Bu durum met-cezir olayı gibi azıcık kabarıp, geri çekiliyordu. Partide genç kadrolara yer verilmedi. Bir nevi sağ partilerin taktik anlayışları kopyalanıyordu.

Yirmi yıldan beri ilk defa CHP hem yerelde ve hem de genelde iktidara yakın gözükmektedir. Tabii ki sağlıklı, dengeli ve akıllı politikalar üretmesi şartıyla.

Nihayet Merkez İlçemiz kongreden bu yana, sekiz ay gibi uzun bir süreden sonra örgüt toplantısını yapabildi. Bu kadar uzun bir süre neden beklediklerini de anlamış değilim. Parti binasının bu tür toplantılara cevap veremeyeceği gerekçesiyle, Bursa yolu üzerinde bulunan Fatih Düğün salonunu tutmuşlar. Yer biraz uzak olmakla beraber fena da olmamıştı.

Toplantıya katılım fena değildi. Katılanların ezici çoğunluğu, dörtte üç oranında ilçe ve il kongrelerini kaybeden kanada aitti. Birlik beraberlik söylemlerinin  gölgesinde, önümüzdeki yerel seçimlerde adayların nasıl belirleneceği konusu damgasını vurdu. Yönetim Kurulunun tavrı tekrar eskisi gibi merkez yoklamasıyla adayların belirlenmesiydi. Çoğunlukta olan muhalif kanadın tavrı da tüm üyelerin oy kullanacağı sandığın konmasıydı. Durum böyle olunca, uzun süredir toplantının olmaması nedeniyle gündemin yoğunluğu toplantı süresini biraz uzattı. Toplantının bitiminden hemen sonra bir iki kişinin densiz kabadayı tavırları, güzel geçen toplantıya hafif bir gölge düşürdü.

Siyaset akla, mantığa dayanan uzun soluklu bir iştir. Bu sürecin içinde özveri, irade ve sabır gerektirir. Gücünü örgütünün tabanından almayan hiçbir siyasetin başarı sağlaması mümkün değildir. Hele parti içi demokrasiye önem veren CHP de hiç olmamalıdır. Üç dört dönemdir CHP de yerel yönetim adaylarının belirlenmesi, kapalı kapılar arkasında akil adamlar sıfatıyla birkaç kişinin verdiği kararlarla saptanıyordu ve seçmene dayatılıyordu. Doğaldır ki bir iki kişinin dudakları arasındaki kararlar tabanda hoşnutsuzluk ve huzursuzluklar yaratıyordu. Adamın adamı olmak ön plana çıkıyordu. Bu tablo da partiye başarı getiremiyordu. Küskünlükler partide heyecan yaratamıyordu. Bildiğim kadarıyla parti tüzüğünde böyle akil adamlar her şeyi belirler diye bir niteleme yoktur. Durum böyle olunca da, beraberinde biat ve vesayet kültürü yerleşerek, bir iki kişinin hakimiyeti ön plana çıkmış olacak. Ama artık bu tür politikaların yarar yerine zarar getirdiği gün gibi ortalıkta. Örgütüne güvenmeyen bir yönetimin başarı sağlaması mümkün değildir.Örgütüne güvenen, sesine kulak veren, örgütünü sayan bir yönetim kesinlikle başarılara imza atar. Kendilerine güvenen, yeterli gören partililer aday adaylıklarını açıklarlar, ki kanımca CHP de her üye, her türlü göreve layiktir. Sandık konur, sıralamada kimler çıkarsa, küskünlük, kavga, dalaşı olmadan sırasını saygıyla kabul eder ve birlik beraberlik içinde seçime gidilir.

Aklıma gelmişken şu tüzüğümüzün 12. maddesine göre Merkez İlçe Kongresine az bir süre kala 135 civarında yetenekli, becerikli, sevilen, alanlarında uzman sayılacak kişiler bir çırpıda üye kaydedildiler. Dilerim hepsi sosyal demokrat ve CHP ilkelerine sadıktırlar. Bildiğim kadarıyla bazılarının kayıt formlarında bazı usulsüzlükler tespit edilmiş ve Genel Merkeze iletilmiştir. Akıbeti ne olur bilemeyiz. Gerçekten bu yeni sıra dışı üyelerimiz tüzüğün o maddesinin ruhuna uygunlarsa seçimlerde kesinlikle tulum çıkarırız. Her ne hikmetse örgüt toplantısında tanışmak için birine bile rastlayamadım. Bırakın bir ilçede bu maddeye dayalı üye kaydetmeyi, Genel Merkezde bunu bir ayda sağlasın, kesin genel seçimlerde iktidarız.


16 Aralık 2012 Pazar



gökyüzü yıldızsız

gökyüzü bir avuç yıldızsız
yeryüzü bir karış
silivri telörgüleri soğuk
yurdumun güzel insanları
on değil yüz değil sayıları
yok olan değerlere yazık
suç olan duyarlılık
suç olmayan aşağılık
gökyüzü barut
yeryüzü fıçı gibi
doğmak mı şans
doğmamak mı
doğup da onursuz
yoksa onurluca acılar çekmek mi
sevdaların yüzüne sürgün
yüzleri saklanmış güzel insanlar
zulümün hainin elinde
kanar mı yürek
acır mı onur
gelip burada görmek varmış onları
insana yapılan ihaneti
gökyüzü bir avuç yıldızsız
yeryüzü bir karış karanlık
telörgüleri soğuk silivri’nin
haktan hukuktan uzak




SİLİVRİ İSYANI !..

Geceden düştük Silivri yollarına akın akın, kol kol. Haksızlığı, hukuksusluğu, zulümü protesto etmek için. Onurumuz için, insanlık için. Yıllardır haksız yere birkaç suçlunun yanına, yüzlerce suçlarının ne olduğu dahi bilinmeyen bilim insanlarını, gazetecileri ve yurtsever askerleri beş yıla varan bir süre zarfında, tutukluluk adı altında, adeta öç alınırcasına, özgürlükleri gasp edilip, yargısız infazlara maruz bırakılmışlardır.

 ADD Yalova Şubesi iki otobüs kaldırdı bu gidiş için. CHP, İşçi Partisi ve birçok insan özel araçlarıyla yollara düştüler. Sabahın erken saatinde Silivri zindanları alanına vardığımızda yurdun dört bir yanından akın akın insanlar geliyordu. Öğlene doğru on binlerce insan sele dönüştü.  Ucu bucağı görünmez binlerce otobüs ve özel araçlar kilometrelerce konvoylar oluşturdu. İçlerinde engelli, hamile, hasta, yaşlı ve bebekleriyle gelen duyarlı insanlar hak, hukuk isteyen naraları ortalığı çınlatıyordu.

Bu duyarlı insanların oluşturduğu tablo karşısında umutlanmamak, heyecanlanmamak ne mümkün. İşte ülkemizin insanına gecikmiş de olsa yakışan duyarlılık ve zulüme karşı mağdurun, haklının yanında yer almak…

29 Ekim’de Ankara’dan doğan ve on Kasım’la devam eden güneşin ışıklarını ve ısısını daha gür ve coşkulu olarak Silivri’de gördüm. Güneş doğmuştur artık. Onu balçıkla sıvamaya kimsenin gücü yetmeyecektir. İnsanlardaki kararsızlık, ürkeklik ve vurdumduymazlık, yerini azim, karar ve iradeye, yeter artık demeye bırakıyordu. Onlarca yıldır adeta üzerlerine yapışmış ölü toprağı silkeleyip, atmaya kararlı. Bu Zulüm, baskı ve işkence artık bitmeli diyor bu yurdun insanları.

Dilerim hukuk adına karar verecek bu davanın yargıçları, gecikmiş de olsa adil bir karar verip, adaleti sağlayacaklardır. Ve yine dilerim ki, iktidar mensupları baskı yöntemlerine baş vurmadan, Adaletin, hak ve hukukun sağlanmasına, acıların bir nedbe olsun dinmesine yardımcı olurlar. Unutulmamalıdır ki adalet, hak ve hukuk her kese lazımdır.

Bir önerimle yazımı noktalamak istiyorum. Yasayla kaldırılmış bu Özel Mahkemelerin her türlü yetkilerini bağımsız mahkemelere devredip, Silivri’deki o devasa yerleşke alanına bir Üniversite inşa ettirmektir. Böylelikle orada çekilen acılar bir nedbe olsun hafiflemiş olur.

3 Aralık 2012 Pazartesi


                   ÖLÜ TOPRAK

Toprağın ölüsü olmaz elbet. Toprağın cinsleri vardır. Killi toprak, milli toprak v.s. Benim bahsedeceğim mecazi topraktır. Olup bitenlere umursamayan, dünya yansa oralı olmayan, bir nevi efsunlanan, uyuşturulup, uyutulan kişilere, daha doğrusu toplamlar için söylenen bir deyimdir.

Bizim toplumumuz yirmi, otuz yıldır adeta üstüne ölü toprak serpilmiştir. 1980 darbesiyle depolitize edilen, üstünden adeta silindir geçirilen bir hale getirildi. Son on yıldır da inanç afyonu eklenince, bir nevi rayından çıkmış, kime, neye hizmet ettiğini bilmeden, bilinçsiz ve şuursuz akıntılara kapıldı. Yok olan ulus bilincinin yanı sıra, hızla dibi oyulan kapital düzen, yabancıların eline geçen yerli sermaye ve sonucunda yoksullaşan halk ve işsizler ordusu. Bununla kalmayıp, rejimin alt yapısıyla da oynanıp, cumhuriyetin tüm kazanımlarına saldırılıp, kaleler bir bir ele geçirildi. Aydın ve duyarlı kesimde umutlar bir bir azalıp erime yoluna girdi. Faşizmin ve dine yayalı diktatöryanın ayak sesleri kulaklarımızı tırmalarken, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dönüm noktası oldu. Ardından 10 Kasım Atayı anma gününde inadına milyonların Anıtkabir’e koşması, diriliş ve ulusta uyanış gününü başlattı.

25.11.2012 günü ADD Yalova şubesi kongresi oldu. Üyelerin gösterdiği ilgi beni heyecanlandırdı. Bu ilgiye yılardır hasrettik. Salon, koridor tıklım tıklımdı. Bundan on- on beş sene önceki ilgi ve heyecana dönüşmüştü tekrar. Uzak değil, daha geçen sene yapılan kongrede yönetime girecek kişileri zar zor bulmuştuk. Evet üstümüzden ölü toprağı silkeliyoruz artık. Onlarca yıldır uyutulan, aldatılan, önlerine başka yapay ve çağ dışı yollar dayatılan bu millet gerçeği görmeye başladı artık. Kurtuluş yolunun çağdaşlık, demokrasi, laiklik ve Mustafa Kemal ışığının olduğunu anlaşıldı sonunda.

15 Kasım 2012 Perşembe





                27 MAYIS İHTİLÂL Mİ, DARBE Mİ?
Ülkemizde “okumadan fikir sahibi olmak” çok yaygın. Ön yargıların esiri olan bir toplum daima ucuz, emeksiz bilgi peşinde koşar. Tarihi gerçekleri, hem de yakın tarihi gerçekleri okuyup, değerlendirmek için ne tarihçi olmayı gerektirir, ne de üniversite mezunu olmayı.

27 Mayıs’ın ruhunu anlamak için,  Demokrat Parti dönemini ve yaptıklarını iyi irdelemek gerekir. İkinci Dünya Savaşı bitiminde, Türkiye’de erken de olsa  tek parti dönemi kapatılmış, çok partili döneme geçilmiştir. Her ne kadar otuzlu yıllarda Atatürk’ün talimatıyla denendiyse de, toplum daha buna hazır olmadığından, kısa bir süre sonra parti kendini fesetti.

Savaş sonrası Avrupa’da coğrafyalar değişmiştir. Savaş yüzünden Türkiye’de de on yıla yakın yatırımlar durmuş, savaş olasılığı yüzünden zorunlu stoklar yapılmış. İsmet İnönü dehasıyla ülke savaşa sokulmamış, acılar yaşanmamış ama, halk sıkıntılar çekmiştir.

Demokrat Parti seçimlerde tek başına iktidar olunca, siyaseten ülkeyi ikiye bölecek faaliyetlerde bulunmuş. Öyle ki, Vatan Cephesi  kurdurarak, ocaklar, bucaklarla kamplaşmaları köylere, mahallelere ve evlere sokmuştur.

O dönem İlkokula giden bir çocuktum. Evimizde radyo olduğundan ve memur olan babam haberleri kaçırmadığından, ben de dinlerdim. Belleğime bir nevi kazındığı için unutmamışım.

Rekabet değil de, bir düşmanlık düzeyine getirilen siyaset, siyasetçilerin yetersizliğini gösteriyordu.

Merhum Adnan Menderes’in söylemlerini radyodan kulaklarımla duymuştum. Halka hitap ederken, “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz.” Başka bir konuşmasında, “İstesem odun bile seçtirir, meclise sokarım” sözleri toplumun değeryargılarıyla çelişiyor ve olay noktasında şımarıklığa yol açıyordu. Siyasilerin ne oldum havasına kapılarak, ülkeyi kamplaştırıcı ve ayrıştırıcı siyaset yaparak, zarar verdiklerinin bilincinde değillerdi. Beklenen olgunluk gösterilseydi, ne ihtilâl olurdu, ne de darbeler.

Astığı astık, kestiği kestik zihniyetinden vazgeçmeyen Demokrat Parti iktidarı giderek ülkede gerginlik ve huzursuzluk yaratıyordu. Atatürk’ün devrimlerine uyulmuyor, tam bağımsızlık yolundan sapılıyor ve ülke kaosa sürükleniyordu. Muhalif olan gazeteciler içeri tıkılıyor, muhalif siyasetçilere iftiralar atılıyor, ülke Amerikan Emperyalizminin kucağına  oturtuluyordu. Beş yıllık kalkınma planları kaldırılıyor, “bize plan değil, pilav lazım” deniyor, sanayide montaj dönemine geçiliyordu. Aydın kesim ve üniversite gençliği, ardından giderek yoksullaşan köylü huzursuz ve tedirgindi. Yer yer yapılan protestolar kanlı bastırılıyordu. Bu kötü gidiş ve tablo ister istemez orduya da yansıyordu. Ordu da yasalarla kendisine verilen bu görevi uygulamak zorunda kalıyordu.

Ben 27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesini bir ihtilâl olarak değerlendiriyorum. Bir nevi cumhuriyeti koruma refleksiydi.Halkın büyük bir çoğunluğu artık kötü gidişin farkına varmıştı. Siyasiler de çekişmeyi  kin ve nefret boyutuna taşımıştı. Birilerin bu kötü gidişe dur demesi gerekirdi. Gençlik, köylü ve asker el ele gibiydi. Kan dökülmedi, iyi bir anayasa yapıldı. Topluma geniş anayasal özgürlükler verildi. Bu sayede ilerlemeler sağlandı. Eğer bu bir darbe olmuş olsaydı, komşumuz Yunanistan’da ve İspanya’da olduğu gibi asker uzun yıllar iktidarda kalırdı. Bu yapılmadan, ordu kısa sürede kışlasına çekildi. Buraya kadar iyiydi.

Yapılan idamlar yanlıştı. İdamlar yapılmasaydı ve bu insanlar tekrar kısa sürede siyasete dönselerdi, eminim ki hatalarını anlayıp, demokrasiye hizmet edeceklerdi. Siyaset kan davasına dönüşmeden her şey kendi normal mecrasına otururdu ve sonraki askeri darbeler de yaşanmamış olurdu.

27 Mayıs ihtilâlinden sonraki darbeler rövanş ve öç alma darbeleriydi. Bir nevi  27 Mayıs’ın aksine solun önünü kesmek ve sosyalizme geçit vermemek içindi.  12 Mart 1971 Mıhtırasıyla sol kesime Amerika’nın desteğiyle büyük bir darbe vuruldu. Elini kana bulamamış üç üniversite öğrencisini bedel olarak haksız yere astılar. Bununla kalmayıp, binlerce insanı işkencelerden geçirip, zindanlarda çürüttüler. Yetmedi, akabinde on yıl sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle daha büyük acılar yaşatıldı ve “bu ülkeye boldur” dedikleri 1961 Anayasasını tamamen değiştirdiler. Haksız yere bir çok genç insan idam edildi. Öyle ki, yaşı küçük olan bir çocuğu sırf ibret olsun diye yaşı büyütülerek idam edildi. Topluma acılar yaşatıldı.   Neredeyse bir nesil yok edildi ve toplum depolitize edildi. Bu darbeyi yapan baş aktörlerden bazılar hâla hayattadırlar ve ne yazık ki kimse hesap soramamaktadır. Aslında oynanan oyun cumhuriyete karşı bir rövanş oyunuydu. Başardılar ve bugünlere kadar taşıdılar.

Bu tablo karşısında asker kendinde vesayet yetkisi gördü. Olur olmaz bahanelerle müdahalelere yeltendi. Siyasiler de bu tablo karşısında ortak irade gösterip, yasal düzenlemeleri yapmadılar, İç Hizmet Kanununu değiştirmediler. Tek başına iktidar olup, ellerine fırsat geçirenler de bundan nemalanıp, darbecilerden, yani darbe yapanlardan hesap sormadılar. Hatta siyasetlerini o zihniyetin siyaseti üzerine oturttular.

Bu tablo karşısında dış güçler de devreye girince ordu bir noktada şamar oğlanına dönüştürüldü. Darbeler ve anti darbeler birbirini kovaladı. Örneğin AKP iktidarı 2007 seçimlerine beş kala 28 Nisan e- muhtırasını dönemin Genel Kurmay Başkanına verdirterek, mağdur rolünü oynayarak, oylarını yükseltip, tekrar tek başına iktidar olmayı başarmıştır. Bu ara ordu yıpranmış, oyunlarına alet edilmiş umurlarında mıydı. Hızlarını alamadılar, orduyla, askerle oynamaya başladılar. Oyunlarına alet olmayan onurlu bazı askerlerle uğraşıp, çoğu sanal olarak hazırlanmış, henüz darbe hazırlığı olup olmadığı bilinmeyen Balyoz, Ergenekon ve benzeri senaryoları darbe olarak niteleyip, 4-5 yıldır yüzlerce asker, gazeteci, bilim adamı ve sivil, tutuklu sıfatıyla özgürlükleri adeta gasp edilip, linç edilmektedirler. Ne hikmetse o dönemin kuvvet komutanlarını himayelerine alıp, zırhlı araçlarla korumaktadırlar.

12 Eylül 1980 darbesinin  ürünü olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devamı sayılan Özel Yetkili Mahkemeler tamamen siyasetin emrinde olup, 300- 400 duruşmalarla bir türlü sonuçlandırılmayıp, yılan hikâyesine çevrilerek ve buna göre de yeniden Anayasal değişiklikle dizayn edilen hukuk sistemi, içinden çıkılmaz bir hale getirilmiş, adalet kavramı zedelenerek büyük yaralar almıştır.

Demokrasi kin, intikam ve nefret duygularıyla gelişmez ve yerleşmez. Bireysel ve zümresel egoları tatmin yoluna sapılırsa demokrasiden uzaklaşılır. Gördüğüm kadarıyla şimdiye kadar sol partilerin dışında bu olgunluk sergilenmedi. Merkez sağda biraz emareleri görüldüyse de ses getirmedi. Tek başına iktidar olan sağ partiler toplumun inanç dokusunu ve laikliği istismar ederek, siyasete alet etmeyi başarmışlardır.

Mustafa Kemal öç ve intikam güdüsüyle hareket etmiş olsaydı, cumhuriyet bu günlere kadar ulaşamaz ve kurumlaşamazdı. Osmanlı Hükümeti Mustafa Kemal alehinde, işkal güçleriyle birlikte yapmadıkları entrika kalmamış ve hakkında idam kararı bile almışlardır. O ne yaptır, hanedan mensuplarının hiç birini ne hapse atmıştır, ne de astırmıştır. Kendi tercihleri doğrultusunda, yurt dışında yaşama olanakları verilmiştir. Aksi yapılmış olsaydı, on yıla varmadan saltanat ve hilafet geri gelirdi.

Daha Kurtuluş Savaşına başlamadan halkıyla bütünleşip, bir avuç beyin kadrosuyla, içerde hainlerle, dışarıda istilacı emperyalistlerle ölüm- kalım mücadelesi verip, kurtuluş ve istiklâl mücadelesini başarmış, bununla da kalmayıp, her dalda kalkınma ve ilerleme seferberliği içeren devrimler yapılmıştır.

Gelelim özel konumu olan, “Post modern darbe” olarak nitelenen 28 Şubat sürecine. O süreçten önce Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve bazı milletvekilleri ile bazı belediye başkanları yasaları ve laiklik ilkesini  çiğneyerek aleni şeriat söylemlerinde ve eylemlerinde bulunuyorlardı. Hatta Erbakan sivil darbe imalarında bulunarak, “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak. Olursa fıstık gibi olacak” gibi tahrik edici, toplumu huzursuz ve tedirgin edici demeçleri askeri teyakkuz durumuna geçiriyordu. Kaldı ki bu süreçte alınan kararlar, yasalar çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulunun Hükümete tavsiye niteliğinde aldığı  kararlardır. Uygulamayı mevcut hükümet yapmıştır.

 Doğru Yol Partisi ve Refah Partisi Koalisyonun ikinci sürecinde, Erbakan Başbakan iken bazı tutum ve davranışları hem toplumda ve hem de orduda tedirginlik yaratıyordu. “Balans ayarı” tabir edilen sürecin başlaması, Sincan Belediye Başkanının eylemleri fitili ateşliyordu. Asker de kendince bir yol bulmuştu. Direk müdahale yerine, endirekt yöntemler kullanıyordu ve isteklerini tekrar siyasilere yaptırıyordu.

Aslında sol kesim, sosyalist kesim ne darbe istiyor, ne askeri müdahale istiyor, ne askeri vesayet istiyor, ne de sivil vesayet. İstedikleri tam bağımsızlık ve demokrasidir. Ne yazık ki sağ kesim, hele özellikle inançları siyasetle iç içe gören kesim hâla o olgunluğa ulaşmış değildir. Şimdilik askeri vesayet  yok gibi. Bu kötü gidiş devam ederse, ilerine neler olur bilemeyiz. Vesayetin birini kaldırırken, yerine kendi vesayetini daha acımasızca koyarsan, daha acımasız vesayetlere davetiye çıkarmış olacaksın. “İleri demokrasi” deyip, sadece kendi pencerenden bakarsan, ne demokrasi gelir, ne de vesayetler biter. Böyle kısır döngüler içinde ne sosyal gelişme sağlanır, ne de iktisadi gelişmeler.

Gelişmiş ülkelerde demokrasi kavramı o kadar çok gelişip, ilerlemiş ki,  oranları ne kadar düşük olursa olsun, en küçük bir azınlık veya en küçük bir kültürel farklılık olsun hakları asla ihlal edilmez. Bizde öyle mi. Yüzde kırk, kırk beş oranında oy alıp, tek başına iktidar olan bir parti kendini her şeyin mutlak hakimi görür. Yüzde elli ve daha fazla kesimi hiçe sayar. Hak gaspına ve ihlaline yol açar. Durum böyle olunca, öç alma ve intikam güdüleri bir türlü son bulmaz. Bu tablo karşısında demokrasiden, hukuktan ve ilerlemeden uzak olduğumuzu söylemeye dilim varmasa da gerçek maalesef bu noktada.

O halde bu gidişi tersine çevirmek, gelişim sürecini hızlandırmak için duyarlı ve bilinçli insanların çok çalışıp, çok emek harcamaları gerekiyor. Bunun için de bireysel hırslarımızdan, kişisel çıkarlarımızdan vazgeçip, durmaksızın çalışmalıyız. Bir nevi yeniden kurtuluş savaşına başlamalıyız.








YENİDEN MERHABA

1971 Yılından beri Yalovalıyım ve Yalova’da yaşıyorum. Emekli olduğum 1996 yılının Ocak ayına kadar Sağlık Kurumunda Sağlık Memuru olarak Yalovalılara
hizmet sundum. Özel olarak bu hizmetimi hâla sürdürüyorum.

Daha emekli olmadan mahalli gazetelerimize siyaset içermeyen yazılar yazardım. Emekli olduktan sonra YALOVA GAZETESİ’nde BAKIŞ isimli köşede bir süre yazılar yazdım. Bu isim bana ait olduğu için, tekrar aynı ismi kullanarak yazmak istiyorum. Ayrıca Ortaokul yıllarımdan beri şiir yazmaktayım. Nihayet ŞİİR KOKUSU isimli ilk kitabım bu yıl yayımlandı.

Kısaca kendimden bahsedecek olursam; bekâr geldiğim Yalova’dan evlendim. İki çocuk babasıyım ve yedi yaşına yakın bir torunum var. Emekli olur olmaz CHP ye üye oldum. Siyaseten olmasa da, mesleğimden ötürü Yalovalıların çoğu beni tanır. Geçtiğimiz dönem CHP den milletvekili aday adayı oldum. Amacım partime bir güç katmaktı ve hizmet etmekti. Her ne kadar bunu bazı şahsiyetler anlamasalar da, durum böyleydi. Çekişmelere ve husumete vardıranlar bile oldu. Oysa siyasette birlikte hareket etmek, güçleri bölmemek, çoğalmakla başarılar elde edilir. Yaşamımın hiçbir evresinde hiç kimseyi kıskanmadım, dürüst olmaya çalıştım. Çalışanları ve başarılıları takdir ettim. Ama haksızlığı hiçbir zaman haz etmedim. Doğru bildiğim mücadeleden de yılmadım.

Bu nedenle, bu sütunda yazacağım şeyler bunun birer kanıtı olacaktır. Yazacaklarım elbette ki her kesin hoşuna gitmez. Bunu beklemiyorum. Her kesin hoşuna gitsin diye de yazmayacağım. Öyle şerbetçi biri olmaya niyetim yok. Ama yazacaklarımı her ortamda savunur ve arkasında dururum. Doğruluğuna inanmadığım şeyleri de asla yazmam.

Tüm okuyucularıma sevgi ve saygılarımla.

14 Kasım 2012 Çarşamba



ÇİFTLİKKÖY’DE SAĞLIK REZALETİ

Semtlerde sağlık hizmeti veren Aile Hekimliği, Sağlık Bakanlığı ile hekimler arasında oluşan sözleşmeli yeni bir sağlık hizmeti birimidir. Bir veya birden fazla pratisyen veya uzman hekimlerin bir araya gelerek bulundukları bölgede çalışma standartlarına uygun bir yer kiralarlar.  Sağlık Bakanlığının onayı ile bu yerde topluma sağlık hizmeti sunarlar. Kira, elektrik, su ve benzeri giderler çalışan hekimlere aittir. Buraya kadarı genel tablo.

Gel gelelim Yalova Çiftlikköy’ünde bu durumla ilgili bir tablo hiç de böyle yansımıyor. Çiftlikköy Aile Sağlık Merkezi üç hekim ve üç hemşire ile çalışan bir sağlık birimidir. Bundan önceki yerleri Belediye karşısında, sahile inen cadde üzerinde bir binanın alt katındaydı.

Sağlık Müdürü Dr. Ali Taşdan aile menfaatlerini ön planda tutup, temsil ettiği makam dayatmaları ile bakın neler yapmış.

Önce eczacı olan damadı Yalçın Doğan’a “Yalçın Eczane”sini Çiftlikköy Sahil Mahallesi Meltem Caddesinde eczane açtırıyor. Buna bir itiraz yok. Eczane standartlara uygun ve ruhsatını almıştır. Ama, eczanenin karşısında bulunan 21 numaralı binanın altında bulunan iki dükkanı ki, söylentilere göre kendisine aitmiş, formalite icabı Samsun Bafra’da yaşayan damadının arkadaşı Yalçın Taşkıran’a devretmiştir. Ne hikmetse bu zatın kontrat ve kira sözleşmesini müdür bey hazırlatıyor ve bu aile hekimlerini müdürlüğe çağırarak,  baskı ile imzalattırıyor.

İki dükkân alel acele birleştiriliyor, Toplam 120 metre kare civarında olan mekân bölmeleri alçıpan panolarla bölünüyor. Labirent gibi oluşturulan mekân natamam olarak hekimlere teslim ediliyor ve Aile Hekimleri oraya taşınmak zorunda kalıyor. Bırakın yellenme sesini,  odadan odaya fısıltı bile rahatlıkla geçiyor. Bu durum karşısında doktoruna muayene olan bir hastanın mahramiyetini herkes duyuyor. Aylık kirası da iki bin TL dir. Oysa bu hekimler aranan vasıflara uygun, aylık kirası 750 TL olan bir yer bulmalarına rağmen, müdür beyin baskılarıyla damadının ve kızının eczanesinin karşısına taşınma mecburiyetinde bırakılıyorlar. Bu tablo yetmemiş, Çiftlikköy’ün tüm yazlık sakinleri buraya yönlendirilme mecburiyetinde bırakılmış.

Müdür Bey Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın hemşerisi, belki de bir yakını. Bir nevi dokunulmazlığı var. Hekimlik ve idarecilik dışında müdürümüz kim bilir daha ne işlerle meşgul. Ne diyelim, kolay gelsin müdür beye diyelim. Böyle olaylar insana organize işleri anımsatıyor her nedense. Tarikat, siyaset, ticaret üçgeni işleyince, bizim müdür de nemalanmak ister tabii ki.

Sağlık Bakanlığı dürüst, tarafsız bir müfettiş gönderirse, her şey ayna gibi ortaya çıkar, durum aydınlanmış olur. Bilmediğimiz başka olaylar varsa onlar da aydınlanmış olur. Bakarsınız biz haksız çıkarız, müdür bey haklı çıkar. O zaman biz de müdür beyden özür dileme erdemliğini gösteririz.




         ANKARA’DA GÜNEŞİ GÖRDÜM

         İktidarın panik yapıp, illerden 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için halkın Ankara’ya gidişini engelleme taktik ve önlemleri geri tepmiştir. Bir nevi AKP iktidarı ayağına kurşun sıkmıştır. Aslında durumu fark eden aklı başında bir çok AKP kurmayları bu durumu onaylamamalarına rağmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan çekindikleri için gıklarını çıkaramamışlardır. Ne de olsa adam diktatör. Her şeyin en iyisini o bildiği için kimin haddine itiraz etmek.
      Bu engellemelerden çekinen görevli ekipler, ikinci bir planları olmadığı için Ankara’ya otobüslerle gidiş organizasyonlarını iptal edip, kendi özel araçlarıyla gitmeyi önerdiler. Ankara’ya otobüslerle götürülme işini üstlenen Koruköy Belediyesi yan çizdi ve toplanan altmış civarında ki gönüllülerin yarısı evlerine dönmek zorunda kaldı. Kalan otuz kişi de beş özel araçlarıyla yola koyuldular.
     Sanıldığı kadar ciddi bir engellenme yoktu. Sadece Ankara yakınlarında jandarma tarafından otobüsler çevrilerek, evrak ve araç gereç kontrolleri yapılmış. Sabah şafakla Ankara’ya vardığımızda caddeler bomboştu ve çoğu Ankaralılar uykularındaydılar. Ulus meydanına vardığımızda meydan bomboştu. Polis ekipleri ve mitingi organize eden ADD görevliler vardı. Alana ilk girme şerefi biz Yalova ekibine kısmet oldu. Ulus heykelinin önünde yerimizi aldık. Saat onu gösterirken alan daha dolmamıştı. Bir ara, eyvah dedim. İktidarın tehdit ve önlemler halkı caydırdı mı dedim. O andan sonra dört taraftan insanlar akın akın medyanı doldurdu ve caddelere doğru yayıldı. Saat on birde kalabalığın ucu bucağı görünmez oldu. 
      Polis ekipleri eski meclisin önündeki caddeyi barikatlarla ve kalkanlarla kapatmış, arka bölüme de su ve biber gazı püskürten panzerler yerleştirilmişlerdi. Kuş bile uçamazdı. Cumhuriyet Bayramımızı kutlamaya yakışmayan ürkütücü manzaralardı. Halk ellerinde Türk Bayraklarıyla, davullar ve zurnalar eşliğinde el ele, kol kola halaylar çekip, türküler söylüyordu. Tam bir şenlik ve panayır havasındaydı her şey. Başbakan tarafından söylenildiğinin aksine, ne bir parti bayrağı vardı, ne de illegal örgüt pankartı. Bazı sivil toplum örgütlerinin flamaları vardı. Belki de Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk defa halk bu kadar coşku ve heyecanla kutlama yapıyordu. Sanırım biz bu coşkuyu AKP iktidarının diktatöryasına borçluyuz.  Bu kez halkın nasırına bastılar ve uyuyan devi uyandırdılar, üstündeki olu toprağı silkelediler.

      Saat on iki civarında polis gaz sıkmaya başladı ve daha sonra da tazyikli su sıkmaya başladılar. Bir çok noktadan gaz sıkılıyordu. Yüksek binaların üstünden ve havada uçuş yapan helikopterden bile gaz atılıyordu. Gaz yiyen vatandaşlar iktidara galiz küfürlerle cevap veriyordu. Sevindirici bir durum tespit ettim. Polislerin yüzde sekseni bu durumdan rahatsızdı. Ara sokaktaki barikat ekiplerinden gaz yiyen vatandaşa yardım ettiklerini gördüm. Yediğim gazın etkisiyle nefesim daralmış, gözlerim yaşarıyordu. Aslında tedbirliydim de, maske, limon, bez mendi ve su almıştım yanıma. Çöktüğüm yere sevecen bir polis memuru yaklaşıp, benimle ilgilendi ve sırtımı sıvazladı. Neredeyse kucaklayıp öpecekti.
       O mahşeri kalabalık görülmeye değerdi. Bu gibi durumlarda insan hayli duygulanıyor. Eski Meclis tarafındaki barikat bölgesinde adeta meydan savasını andıran polis saldırıları vardı. İnsanlar azimliydi ve Atasına gitmeye kararlıydı. Gençler de çok azimliydiler. Yılmadılar, saldırıları göğüsleyip, barikatları aştılar. Ne olduysa o aşamada oldu. Barikattaki polisler aniden çekildiler. İyi ki çekildiler, yoksa çok vahim olaylar olabilirdi. Kim bu tehlikeyi görüp, önlediyse sağ olsun. Bunun Başbakan olmadığını sonradan öğreniyoruz. Bu durum zaten ona da yakışmazdı.
      Yollar açıldı, halk akın akın yolara dökülüp, kilometrelerce yürüyerek Anıtkabire, Atalarına ulaştılar. Ben Ankara’da çok mitinglere katıldım. ilk defa bu kadar kalabalık ve coşkulusunu gördüm. Bir şey daha gördüm,  ANKARA’DA GÜNEŞİN YENİDEN DOĞDUĞUNU GÖRDÜM. Artık umutsuzluğa gerek olmadığını, ama işi daha sıkı tutup, yeni oyunları birlik ve beraberlik içinde omuz omuza olmamız gerektiğini elden bırakmadan, azimle mücadele vermeliyiz.
      Dönüş yolundayken aldığımız telefon haberiyle Yalova’daki yürüyüşün çok görkemli olduğunu öğrenmiş olduk. Bu da bizleri mutlu etti. Aynı tablo, iktidarın yaptıklarına tepki olarak Türkiye’nin her tarafında yaşanmış ve halk akın akın yürüyüşlere katılmış, Cumhuriyete sahip çıkmıştır. Bu sevindirici tablo karşısında, daha coşkulu Cumhuriyet Bayramlarına kavuşmak umuduyla diyorum ve bayramı kutluyorum.

KİŞİLER DEĞİL, SAĞLAM GÖRÜŞLÜ ÇOĞULCU ÖRGÜT

Kişilerin değil, görüşlerin güçlü olduğu örgütlü bir parti olmak zorundayız. Kişi güçlü olursa vesayet ve paralelinde biatcılık da gelişmiş olacaktır. Bu tablo da skolastik ve statükocu bir dar anlayışı meydana getirecektir. Bu anlayışı sürdüren bir parti büyümez, aksine erir.

Yalova CHP örgütü bu konuda bir milat yaşadı diyebilirim. Yıllardır çoğumuzun özlemini yaşadığı parti içi demokrasi nihayet ucunu gösterdi. Deniz Baykal’la yaşanan “….izim”cilik yol ve yöntem değildi, kaybetti. Bu anlayış hem partiye kan kaybettirdi, hem de ülkeye zarar verdi. Bu anlayış tamamen ortadan kalkmış da değildir ne yazık ki. Bu anlayışın etkisinde kalıp, kendini örgütün çok üstünde görerek siyaset yapanlar, artık bu yöntemle bir yere varılamayacağını anlamalılar. Az olsun benin olsun anlayışıyla değil, çok olsun hepimizin olsun demokratik anlayışla hareket edilmelidir. Aksi halde gün gelecek, o az olsun anlayışında olanlar silinip yok olacaklardır. Sürekli aynı vitrinle sergilenmek bıkkınlık  noktasında ilgi çekmeyecektir.

Bugün aldığım bir haber beni partimin geleceği adına çok sevindirdi ve umutlandırdı. Haksız ve sudan bahanelerle Yalova İl Başkanı adayı olan Orhan Koçal’ı disipline vermişlerdi. İl Disiplin Kurulu hangi gerekçelerle (etki, baskı var mı, yok mu tam bilemem) kınama cezası verdi, aklım ermedi. Nihayet Yüksek Disiplin Kurulu ki, onlarda aklı ermemiş olacak, bu cezayı onaylamadılar ve verilen cezayı kaldırdılar. Bu olumlu bir gelişme. İl Örgütü açısından ibretle ders alınacak bir olay. Talimatlarla hareket etmenin partiye ve örgüte bir şey kazandıramayacağını anlamalılar. Bu tür davranışların partiye zarar verdiğini ve vereceğini bilmeliler. Dilerim bu konuda ve bundan sonraki benzer konularda demokratik görüş ve anlayışlardan sapmadan, partilileri ötekileştirip, ayrıştırmadan hareket ederler.

Tekrar tekrar vurguluyorum, Cumhuriyet Halk Partisi vesayet ve biatla büyüyecek, çoğalacak bir parti değildir. Yerelde ve genelde iktidar olmamız için yelpazeyi geniş tutup, tüm toplum katmanlarıyla kucaklaşmamız gerekiyor. Buna kafası basmayan varsa lütfen köşesine çekilsin. Gücümüzü demokratik yollarla göstermeliyiz. Her durumda sandık yöntemini kullanıp, halka bu güçle gitmeliyiz. O zaman göreceksiniz, yüzde yirmi, yirmi beşlik bir oranla değil, yüzde kırk, kırk beşlik bir oranla çoğalıp, büyüyeceğiz.